Depresyonun ortaya çıkmasında ve gelişmesinde olası bazı etkenler vardır. Bunlar, “Genetik Model”, “Çevresel Etkenler”, “Biyolojik Etkenler”, “Çocukluktaki Nöroendokrin Değişiklikler”, “Büyüme Hormonu”, “Psikolojik Etkenler” olarak sıralanabilir.
Yaygın olarak pubertal (ergenlik öncesi) gelişimin depresyon üzerinde etkisi olduğu düşünülmektedir. Depresif bozukluk erkeklerde 9 yaşından sonra düşüş gösterirken, kız çocuklarında 12 yaşından sonra yükselme eğilimindedir. Ergenlik öncesi dönemde bireyler bir çok değişim geçirirler. Bu değişimler hormonlar değişimler ve gelişimdir. Hormon konsantrasyonu, her iki cinsiyet üzerinde etki göstermektedir. Angold ve arkadaşlarının 1998 yılında yaptığı bir çalışmaya göre “Adrenal Androjen” konsantrasyonu erkek çocuklarda, Folikül uyarıcı hormon nedeniyle “Östrojen” artışı da kız çocuklarında olumsuz duygulanımla ilişkili olduğu ileri sürülmüştür. (Tamar ve Özbaran, s.85)
Çocukluk dönemi hakkında yapılan bir çalışmada çalışan ve okuyan çocukların depresyon düzeyleri karşılaştırılmıştır. Çalışan çocuklar grubunda %22.2, okuyan çocuklar grubunda %13.9 depresif belirtilerin olduğu bulunmuştur. Araştırmaya katılan sokakta çalışan çocukların %48’i eğitim-öğretim hayatlarına da devam etmektedir. Okula devam edenlerin “Çocuklar için Depresyon Ölçeği” anlamlı olarak daha düşük bulunmuştur. Araştırmada okula devam edenler ve etmeyenler arasında depresif belirtilerin görülme yüzdesi açısından farklılık saptanmamıştır. (Aysev, Ulukol ve Ceyhun, 2000)
Risk Etmenleri
Depresyona yatkınlığın nedenleri, genetik, psiko-sosyal etmenler, diğer psikolojik bozukluklar veya stres veren yaşam olayları olarak öne çıkmaktadır. Bu etmenler bir depresif epizodun ortaya çıkmasına neden olabileceği gibi başka psikopatolojilere de eşlik edebilir.
Genetiğin duygu durum bozukluklarına etkisi incelendiğinde, çocuğun duygu durum bozukluğuna sahip olma riski her iki ebeveynde majör depresyon epizodunun bulunduğu durumlar, tek ebeveynde görülüyorsa ya da ebeveynlerde majör depresyon epizodu olmamış olan iki duruma göre daha yüksektir. Parker ve Roy tarafından 2001 yılında yapılan araştırmaya göre; duygu durum bozukluğu olan çocukların birinci dereceden akrabalarında duygu durum bozukluğu
(depresyon) görülme oranının %20 ila %46 arasında değiştiği saptanmıştır. Depresyon epizodlarının erken başlaması, akrabalarda da yüksek oran bulunmasında etkilidir.
Bir diğer risk etmeni; çocuğun veya ergenin olumsuz aile ortamında büyümesi, intihar düşünceleri ve girişimleri duygu durum bozukluğu riskini artırmaktadır. Özellikle duygusal destek azlığı, ailenin yapısı ve ailenin fonksiyonu intihar davranışıyla bağıntılıdır. Depresyon sorunu yaşayan ergenler ailelerini tanımlarken, dışlayıcı, desteklemeyen ve istismar eden niteliklere sahip olduklarını ifade ederler. Aile ortamında çatışma oranının artması ergenlerde depresyonun daha tekrarlayıcı eğilimde olmasına alan açar.
“Mahler tarafından tanımlanan, ilk üç yaşta nesne sürekliliğinin oluşmasıyla sona eren ayrılma bireyleşme sürecinden sonra, P. Blos tarafından ergenlik ikinci ayrılma bireyleşme süreci olarak tanımlanmaktadır. Bu süreç ergen gelişiminin temel özelliğidir. Herhangi bir gelişim basamağındaki ayrılma bireyleşme de bağlanma ile yakın ilişkilidir. Aileden ayrılma ve yeni kimlik oluşum sürecinde ve bağlanma ile ilişkili sorunlar ergenlik dönemi depresyonu ve özkıyım ile yakın ilişkili bulunmuştur” (Milne ve Lancaster 2001, akt. Tamar, Özbaran, 2004).
Diğer etmenlere göz attığımızda; fiziksel hastalıklar, kronik hastalıklar bireyde depresyon gelişimine neden olabilir ve var olan depresyonun daha da artmasına sebebiyet verebilir. İçe dönük eğilimli çocuk/ergen bireylerde de utangaç, bağımlı, kaygılı kişilik yapısı gelişebilir. Bundan dolayı birey kendisine güvensiz gelişecektir. Kendine güvensizlik duyan çocukta da depresyon riski diğer bireylere oranla daha büyük bir risk haline gelecektir.