Şizofreni, genç yaşlarda başlayan, bireyin kişiler arası ilişkilerden ve gerçek olaylardan uzaklaşarak kendi iç dünyasında yaşadığı önemli düşünce, duygu ve davranış sorunlarına yol açan bir psikozdur.
19 yüzyılın sonlarına doğru bilim insanları şizofreniyi incelemeye başlamışlardır. 1860 senesinde Morel, “erken bunama” anlamına gelen “dementia precox” terimini kullanmıştır. 1871 senesinde Hecker, hebefreni, 1874 senesinde Kahlbaum katatoni kavramını tanımlamıştır. 1896’da Emil Kraepelin bu iki hastalık tipine, paranoid ve basit tiplerini de ekleyerek hepsini “dementia praecox ” tanısı altında birleştirmiştir.
1911 senesinde Eugen Bleuler bu kavramı tekrardan ele alarak, hastalıkla ilgili bireyin yaşadığı ruhsal yarılmanın önemli olduğunu vurgulayıp, erken başlamasının ve bunama ile sonuçlanmasına gerek olmadığını söylemiştir ve hastalığı Yunancada “zihnin bölünmesi ve yarılması” anlamına gelen “schizophrenia” kelimesi ile tanımlamıştır.
Bleuler’a göre şizofreni 4 temel başlıkta incelenmesi gerekmektedir ve buna da 4A belirtisi adını vermiştir. Bunlar; assosiyasyon bozukluğu (düşünce akımı bozuklukları), ambivalans, otizm (autism) ve affekt (duygulanım) bozukluğudur
İçindekiler
Epidemiyoloji
Şizofreni yaşam boyu yaygınlığı %1-1.5 arasında olup sıklığını Dünya Sağlık Örgütü’ne göre binde .85 olarak belirtilmiştir. Kadın ve erkekler arasında yaygınlığı eşit olup, cinsiyete göre bir farklılık belirtilmemiştir. Yaklaşık 15 ve 40 yaş arası hastalığın başlangıç arası olup, hastaların %90’lık kısmı erkeklerde, 15-25 yaş arasında, kadınlarda, 25-35 yaş civarındadır. Erkek hastalarda negatif belirtilerin daha sık olduğu, kadın hastalarda ise sosyal işlevlerin daha iyi olduğu düşünülmektedir.
Şizofrenide başlangıç yaşı, hastalık öncesi uyum, hastalığın gidişi, ilaç tedavisine yanıt, belirti şiddeti gibi bir çok konuda cinsiyete bağlı değişiklikler olduğu gözlenmiştir. Klinik gidiş üzerinde yapılan çalışmalarda farklı sonuçlar bulunmuştur. Kadınlarda affektif belirtilerin, özellikle depresif belirtilerin, erkeklerden daha sık görüldüğü belirtilmiştir. (Goldstein. JM,
1988, akt. Güz H. 2000)
Hastalık kültürlerde ve sosyo ekonomik düzeylerde tanımlanmıştır. Hastalık gelişmiş toplumlarda düşük sosyoekonomik kesimlerde daha sık olduğu gözlenmiştir bu durum.
Etiyoloji
Kalıtımsal nedenler; yapılan çalışmalarda, birden fazla gene bağlı, çok etmenli bir geçişin söz konuşu olduğu düşünülmektedir. Aile, ikiz bireyler ve evlat edinme çalışmalarında moleküler genetik çalışması yapılmaktadır.
Biyolojik nedenler; bu çalışmalardan önemli bulgular elde edilmiş ancak çoğu tam olarak doğrulanmamıştır. Bahsedebileceğimiz varsatımlar; dopamin varsayımı, seretonin varsayımı, norepinefrin varsayımı, GABA varsayımıdır.
Dopamin Varsayımı: Şizofrenik belirtiler aşırı duyarlı dopamin reseptörlerine ya da artmış̧ dopamin aktivitesine bağlanmaktadır. Şizofreni sağaltımında kullanılan antipsikotik ilaçlar dopamin tip2 reseptörlerine (D2) bağlanarak, dopaminerjik etkinliği azaltmaktadır. Dopamin’i artıran maddeler (amfetamin ve kokain gibi) psikozu kötüleştirmekte ya da tetiklemektedir. Dopamin metaboliti olan Homovalinik asit (HVA) ile ilgili çalışmalarda plazma ve BOS’da artıştan söz edilmektedir. Dopaminerjik etkinlikteki değişikliklerin dopaminin fazla salınımı, re septörlerdeki değişiklikler ya da bunların birlikteliği ile olduğu düşünülmektedir. Dopaminerjik yolaklardan mezokortikal ve mezolimbik yolaklar şizofreniyle en çok ilişkilendirilenlerdir. Mezolimbik yolaktaki etkinliğin artışı ile pozitif belirtilerin oluştuğu, mezokortikal yolaktaki etkinliğin azalmasıyla da negatif belirtilerin oluştuğu düşünülmektedir (Weinberger dopamin varsayımı). (Özpoyraz. N, Taman. L, 1998)
Serotonin varsayımı: Kimi hastalarda serotonin düzeylerinde azalma görülürken, kimilerinde artma saptanmıştır. Özgül olarak, serotonin tip2 reseptörlerinin bloke edilmesi, psikotik belirtilerde azalmaya ve D2 baskılanmasına bağlı hareket bozukluklarının azaltılmasında önemli rol oynadıkları ileri sürülmüştür. Özellikle negatif belirtilerin sağaltımında serotonin reseptörlerini baskılayan ilaçların yararlı oldukları görülmektedir. Serotonerjik-dopaminerjik etkinlikler arasındaki ilişkinin önemi üzerinde durulmakta, bu alandaki çalışmalar yoğunlaşmaktadır. (Özpoyraz. N, Taman. L, 1998)
Norepinefrin varsayımı: Artmış norepinefrin etkinliği uyaran girişinde artmış duyarlılığa neden olmaktadır. Antipsikotikler noradrenerjik nöronların etkinliğini azaltmaktadır.
GABA varsayımı: Azalmış̧ GABA etkinliği dopamin etkinliğinin artmasına yol açmaktadır. (Özpoyraz. N, Taman. L, 1998)
Nöropatoloji ve Beyin Görüntüleme Yöntemleri; Yapılan araştırmalarda limbik sistem ve basal ganligonlar üzerinde durulmuştur. Amigdala, hipokampüs, parahipokampal girus, globul pallidus ve substatia nigrada hücre azalmalarından bahsedilmiştir. BBT, MR ile yapılan çalışmalarda bu bulgular desteklenmektedir. Özellikle bu yapısal bozukluklarla negatif belirtiler arasında ilişki kurulmaktadır. PET (positron emisyon tomografisi) çalışmalarında ise frontal lopta hipoaktivite, basal ganglionlarda da hiperaktivite olduğu bildirilmektedir.
Elektrofizyolojik çalışmalarda limbik sistem yapıları ile alakalı patolojiler bildirilmektedir.
Psikodinamik görüşlere göre, libidonun gelişmesi narsistik düzeyde saplanır kalır. Yaşamın ilerleyen dönemlerinde, değişik stresler ile benlik ilkel düzeylere geriler ve libido nesnelerden çekilerek benliğin kendisine yatırılır (ikincil narsisizm). Bu durum kişinin dış dünyayla ilişkilerini azaltır. Nesne libidosunun, bir başka deyimle, dışarıdaki nesnelere yatırılmış ilgilerin ve yatırımın geri bedene yöneltilmesi durumu (ikincil nar sisizm) şizofrenik hastaların kendi bedenleri ile aşırı uğraşmalarında ve otizm gibi belirtilerde görünür. Bu gerileme durumu, çocukluktan başlayarak temel güven duygusunun sağlanamaması, sürekli düş kırıklıkları ve kişiler arası ilişkilerin bozukluğu yüzünden olabilir. Bu nedenle şizofrenide genellikle doğuştan yapısal bir yatkınlığın, bir benlik zayıflığının ve birincil narsisistik duruma kolayca gerileyebilme eğiliminin olduğu kabul edilir. Böyle bir zeminde çevre ilişkilerinde küçük büyük incinmeler, bu gerileme eğilimini kamçılarlar. Buna göre içe kapanım ve şizofreninin diğer belirtileri bir çeşit savunma ve uyum biçimidir. (Özpoyraz. N, Taman. L, 1998)
Psikodinamik görüşler: Psikoanalitik görüşe göre, şizofrenide ruhsal ya da biyolojik nedenlerle libido geliş mesi narsisistik bir düzeyde saplanır kalır. Yaşamın son raki dönemlerinde, değişik stresler ile benlik bu ilkel düzeye geriler (regresyon) ve libido nesnelerden çekilerek benliğin kendisine yatırılır (ikincil narsisizm). Bu durum kişinin dış dünyayla ilişkilerini azaltır. Nesne libidosunun, bir başka deyimle, dışarıdaki nesnelere yatırılmış ilgilerin ve yatırımın geri bedene yöneltilmesi durumu (ikincil nar sisizm) şizofrenik hastaların kendi bedenleri ile aşırı uğraşmalarında ve otizm gibi belirtilerde görünür. Bu geri leme durumu, çocukluktan başlayarak temel güven duygusunun sağlanamaması, sürekli düş kırıklıkları ve kişiler arası ilişkilerin bozukluğu yüzünden olabilir. Bu nedenle şizofrenide genellikle doğuştan yapısal bir yatkınlığın, bir benlik zayıflığının ve birincil narsisistik duruma kolayca gerileyebilme eğiliminin olduğu kabul edilir. Böyle bir zeminde çevre ilişkilerinde küçük büyük incinmeler, bu gerileme eğilimini kamçılarlar. Buna göre içe kapanım ve şizofreninin diğer belirtileri bir çeşit savunma ve uyum biçimidir. (Özpoyraz. N, Taman. L, 1998)
Mizaç
Şizofreni hastalarının birinci derecede akrabalarındaki şizotipal kişilik bozukluğunun varlığını araştıran çalışmalarda, hastalığın ailevi geçişinin daha iyi anlaşılmasına rağmen hastalarda mizaç ve karakter profili yeterince araştırılmamıştır. ( D-5. PDF)
Cloninger’e göre mizaç bileşeninde Yenilik arayışı (YA), Zarardan Kaçınma (ZA), Ödül Bağımlılığı (ÖB), Kararlılık (K) yer almaktadır. Yenilik arayışında, kalıtsal bir yakınlık göstererek, davranışsal aktivasyon sistemi ile bağıntılıdır ve yeni uyaranlara karşı keşif etkinliği, dürtüler ile karar verme, ödül ipuçlarında aşırıya kaçan yaklaşımlar, çabuk öfkelenme ve engellenmeden aktif kaçınmayı içerir. Zarardan Kaçınma Boyutu, davranışın önlenmesi veya durdurulması ile ilişkilidir. Ödül Bağımlılığı boyutunda, davranışsal sürdürme sistemi ile ilişkilidir; sosyal bağlanma, başkalarının onayına bağımlılık ile kendini gösterir. Kararlılık, engelleme ve yorgunluğa karşı sebat etmeye olan kalıtımsal eğilimdir. Sebat eden bireyler, ödülün yokluğunda davranışın sönmesine karşı direnç sergilerler. (A-5. PDF) 6-9
Cloninger’e göre karakter 3 boyutludur. Kendini Yönetme (KY), İşbirliği Yapma (İY), Kendini Aşma (KA). İnsanın ilerleyen yaşlarında, karakter bileşenleri benlik kavramları ile uğraşma ve erişkinlikle gelen kişisel veya sosyal etkinliğin getirdikleri ile olgunlaşır.
Güleç tarafından yapılan bir araştırmaya göre; Şizofreni tanısı alan grubun hem birinci derece akrabalarından hem de sağlıklı kontrol grubundan Zarardan Kaçınma ortalamalarının yüksek, Ödül bağımlılığı ve İşbirliği Yapma oranının düşük olduğu bulundu. Şizofren kardeşlerinde kişilik profilleri sağlıklı kontrollere göre farklı bulunmadığı gözlenirken ebeveynlerin, sağlıklı kontrol grubundan daha düşük ÖB, düşük KY ve düşük İY(İşbirliği Yapma) olduğu bulundu. (Güleç, H. 2009)
Güleç tarafından yapılan araştırmanın sonucuna göre; şizofrenide zarardan kaçınmada artmanın bir endofenotip olarak değerlendirebileceğini desteklememektedir ama kendilerinde ve ebeveynlerinde ödül bağımlılığında azalma, kendini yönetmede azalma ve işbirliği yapmada azalma görülmektedir. (Güleç, H. 2009)
Geç Başlangıç
Geç başlangıçlı şizofreninin, tipik erken başlangıçlı şizofreni formundan ayrılan bir durum mu yoksa ilerleyen yaş ile ortaya çıkan ayrı bir hastalık mı olduğu sorusu, Bleuler “şizofreni tanısını öne sürdüğünden beri tartışma konusu olmuştur. Bleuler 1943 yılında ilk olarak bir grup şizofreni hastasının %15’inin geç başlangıçlı olduğunu belirtmiş, başlangıç yaşı 60 ve sonrası olanlar için (%4) geç başlangıçlı şizofreni tanısı kullanmıştır. (Sato ve ark. 2004, akt Güçlü, Konkan, Şenormancı, Erkmen 2011). Roth ve Morrisey 1955 yılındaki bir çalışmalarında 60 yaşından sonra başlayan şizofreni olguları için “geç parafreni” tanımını kullanmış, ICD-9’da da (1977) “geç parafreni” tanısı yer almıştır. DSM-III-R (1987)’de 45 yaş sonrası başlayan şizofreni olguları için farklı bir kategori önerilmiştir. (Hocaoğlu 2001, akt. Güçlü, Konkan, Şenormancı, Erkmen 2011)
İleri yaşta başlayan psikotik bozukluklar ile sıklıkla karşılaşmamıza rağmen demans ve organik faktörlerin elenerek 60 yaşından sonra şizofreni tanısının konulduğu olgulara nadiren rastlanmaktadır. Geç başlangıçlı şizofreninin belirtilerini bulunduran ve bu belirtileri ilk kez 60 yaş üzerinde ortaya çıkaran olguları geç başlangıçlı şizofreni benzeri psikoz olarak isimlendirilir. (Howard ve Castle 1993, akt. Güçlü, Konkan, Şenormancı, Erkmen 2011).
Şizofreni tanı kriterlerini dolduran olgular yaşa bakılmaksızın aynı hastalık kategorisine dahil edilirler çünkü geç başlangıçlı şizofreninin prodmal dönemine ait belirtilerin 45 yaşından önce başlayıp başlamadığı konusundaki tartışmalar halen devam etmektedir. Bütün bunlara rağmen son zamanlarda geç başlangıçlı şizofreninin hem klinik hem de henüz tam kesinlik kazanmayan çok önemli nörobiyolojik değişikliklerin yaşandığı prodmal dönem de dahil olmak üzere semptomların 45 yaşın üzerinde başladığı, şizofreni ölçütlerini karşılayan bir bozukluk olduğu görüşü kabul görmektedir. (Castle ve Howard 1992, akt. Güçlü, Konkan, Şenormancı, Erkmen 2011)
2000’li yıllarda 60 yaşından sonra başlayan şizofreni, hezeyanlı bozukluk ve paranoid psikoz vakaları için “geç parafreni” tanısının yerini alan “çok geç başlangıçlı şizofreni benzeri psikoz” tanısının ortaya konulması ile daha karmaşık hale gelmiştir.
Boyce ve Walker (2008) 45-64 yaşları arasında şizofreninin bir yıllık yaygınlığının %0.6, 65 yaş ve üstü için %0.1-0.5 olarak bildirilmiştir.(Boyce ve Walker akt. Güçlü, Konkan, Şenormancı, Erkmen 2011)
Tanı ve sınıflandırma konusundaki karmaşa konusundaki karmaşa, araştırmacıların geç başlangıçlı psikozu organik faktörlere dayandırma eğilimleri ile birleşmesi bu tür vakalarda ikilemler yaşanmasına neden olmaktadır. İleri yaşlarda ilk kez görülen psikotik belirtiler çoğunlukla altta yatan bir patolojinin göstergesidir. Bu olguların küçük bir kısmı ise erken yaş şizofrenisine benzer belirtilerle ortaya çıkarlar ve bu hastalarda organik bir neden saptanmazsa geç başlangıçlı şizofreni benzeri psikoz tanısı konur. (Güçlü, Konkan, Şenormancı, Erkmen 2011)
Çok geç başlangıçlı olgular klinik görünüm olarak daha erken başlangıçlı olgular ile benzerlik gösterseler de pozitif semptomların ön planda olması, negatif semptom gelişiminin ender olması gibi farklılıklar gösterirler. (Güçlü, Konkan, Şenormancı, Erkmen 2011)
Güçlü, Konkan, Şenormancı, Erkmen tarafından 2011 yılında yapılan araştırmada 68 yaşında, erkek, geç başlangıçlı şizofreni hastası konu olmuştur. Hasta, telepati yöntemi ile cinlerle bağlantı kurduğunu, evini, telefonlarını izlediklerini, komşularının paralarını çaldığını, evinin yabancılarla dolduğunu söylemiştir. Yakınlarından alınan bilgiye göre hasta 64 yaşına kadar herhangi bir psikiyatrik yakınması olmadığı ve işlevselliğinin iyi olduğu öğrenilmiştir.
Hastanın muayenesinde bilinci açık, yer ve zaman yönelimleri tam olup genel görünümü de yaşına ve sosyoekonomik durumuna uygun olduğu görülmüş. Makalede, hastanın duygulanımı öfkelenmeye meyilli, kendiliğinden konuşmuyor, sorulara kısa cevaplar verdiği belirtilmiş. Hastanın düşüncelerinde kötülük görme, etkilenme ve dini içerikli hezeyanlar görülmüş. Gerçeği değerlendirme yetisinde sorun olduğu ve alkol ya da psikoaktif madde kullanmadığı belirtilmiş.
Hastaya DSM-IV tanı kriterlerine göre “paranoid şizofreni” tanısı konulmuştur. (Güçlü, Konkan, Şenormancı, Erkmen 2011)
Hastanın izleminde bilişsel işlevleri, belleğini değerlendirmek ve demansiyel süreci dışlamak amacıyla nöropsikolojik test sonuçları ile karşılaştırıldığında, basit dikkat yeteneğinde hafif bozulma, dikkatini sürdürme yeteneğinde hafif düzelme, verbal belleğin kendiliğinden geri getirme fazında hafif bozulma görülmüş. Hastanın bilişsel işlevlerinin yaşı ile uyumlu olduğu, hafif derecede sözel ve sözel olmayan bellek bozukluğu ile ilgili bulgular görülmüş. (Güçlü, Konkan, Şenormancı, Erkmen 2011)
Şizofreni hastalarında bilişlsel işlevlerde oluflan kaybın hem kötü gidişle yatkınlık oluşturduğu, hem de tedaviye yanıtı etkilediğ bilinmektedir (Purdon SE, 2001 akt. İnançlı, Eren. 2006)
Yaş grubu yükseldikçe hastalar daha yüksek oranda MS tanısı almaktadırlar. Örneğin ATP III ölçütlerine göre 18-29 yaş arasındaki 43 hastanın % 7’si MS tanısı alırken, 50 yaş üstündeki 12 hastanın % 50’si MS tanısı almaktadır. (Cerit, Özten, Yıldız 2008)
Düşünce
Çağrışımlar; Düşünce’yi oluşturan sözcükler, imgeler arasındaki mantıksal zincir kopuktur. Düşüncenin akışında ilgili olmayan kaymalar gözlenmektedir. Hasta düşünceyi anlamdan çok, sözcüklerin anlamına göre, ahengine göre kullanmaya başlar, buna klang çağrışımı denir. Bazen de hasta, yeni kelimeler türetir (neolojizm). Yavaş yavaş düşünce soyutluktan çıkarak somutlaşır. Mantık bağlan çocuktaki gibi bireyin iç dünyasından, korkulardan, dürtülerden il kel çağrışımlardan kaynaklanır (dereistik düşünce). Ben zerlikler ya da ayrıntılardan özdeşleştirmeler yapılır, bir bütünün tek özelliği bütünü temsil edebilir (paleolojik düşünce).
Düşüncenin içeriği; Sanrı belirli bir çağ içerisinde toplum içinde gerçekçi olmayan mantıklı tartışma ile değiştirilmeyen düşüncelerdir. Sanrılar genellikle düzensiz dağınık ve tutarsızdır. Başlıca şu sanrılar görülür; Erotomanik, büyüklük(grandiyöz), nihlistik, referans, düşünce okuması, düşünce sokulması, düşünce okunması, düşünce çalınması vb. Bu sanrıların dışında hastada metafizik uğraşlar, çeşitli saplantılar, çocukluk çağına ilişkin anılar da sık görülür.
Duygulanım
Genel olarak bir duygu sığlaşması görülür. Künt duygulanım ve tek düze davranım, kişilerle soğuk ve güç ilişki kurma görülür. Hastalığın başlangıcında paniğe benzer durumlar kendini gösterir.
Hasta dünyasının yıkıldığını benliğinin parçalandığını ve yoğun bunalım içinde bulunduğu hisleri görülür. Duygular zaman içinde küntleşir, sığlaşır ve yüzeyselleşme kendini gösterir. Hastalar, mimiksiz ve monoton konuşur. Göz ilişkisi kurmaz. Yersiz ağlama, gülme gibi duygulanımda uygunsuzluk görülür.
Bilişsel Süreçler
Bilinç açıktır. Bellek ve yönelimde bir sorun yoktur ancak ağır yıkım gösteren olgulara yönelim ve bellek bozuklukları olduğu izlenimi alınır. Bu bulgular hastada ilgi azlığından, ve dikkat dağınıklığından dolayıdır. Hastada yargılama iç görü ve soyut düşünme yetilerinde yıkım görülür.
Şizofrenide algılama en fazla bozulan bilişsel işlevlerden biridir. Dikkat çabuk dağılır bunun sebebi de ilgi azlığından dolayıdır. Niteliksel olarak varsanılar ve yanılsamalar en önemli algı bozukluklarıdır. Ortada bir uyaran yokken, algının olması sık rastlanan durumdur. Görme ve dokunma varsanıları şizofreni hastalarında seyrektir ancak, en çok işitme üzerine varsanılar mevcuttur.
Fizyolojik Belirtiler
Başka bir hastalık olmaması durumunda fizik muayene bulgularında herhangi bir sorun yoktur. Bazı hastalarda aşırı yeme, kilo alma durumu olabilir ancak bazı hastalarda yemek yememe ve zayıflama görülebilir. Aşırı uyuma ya da hiç uyumama görülebilir.
Dürtüsellik
Şizofrenik hastalarda dürtü denetimi oldukça zordur. Birden ortaya çıkan özyıkım girişimleri bulunabilir. Özyıkım riski %50 seviyesindedir. Bu oran genel nüfusa göre 20 kat daha fazladır. Özkıyım riskini artıran durumlar; genç, erkek olmak, yüksek eğitim düzeyi, sosyal desteklerin azlığı, sık alevlenme, hastalığın farkında olma, depresif belirtilerin varlığı gibi nedenlerdir.
Şizofreni Tanı Ölçütleri
DSM-IV’teki tanı ölçütleri;
Karakteristik belirtiler; bir aylık dönem boyunca, sanrılar, varsanılar, ileri derecede deorganize davranış ya da katatonik davranış, deorganize konuşma ve negatif belirtilerden en az iki ya da daha fazlasının bulunması gerekmektedir.
Toplumsal işlev bozukluğu; iş ve kişiler arası ilişkilerde ya da özbakım gibi önemli işlevsel alanlarda önemli işlev bozuklukları ya da gerileme (regresyon) görülmektedir.
Bozukluğun belirtileri en az 6 ay süre ile kalıcı hale gelmelidir. Bu altı aylık süre içerisinde karakteristik belirtileri kapsamalıdır.
Şizofreni DSM-IV’e göre 5 alt tipi vardır. Bunlar; katatonik tip, deorganize tip, paranoid tip, ayrışmamış tip, rezidüel tip
Katatonik Tip: Bu tip, 15-25 yaş arasında görülür. Devinim bozuklukları baskındır. Hasta belirli bir duruşta uzun süre kalır. Yemez, içmez, uyunaz, konuşmaz ve verile öğütlere uymaz. Bazen birden aşırı hareketli duruma gelebilir. Verilen bir postürü uzun süre koruma görülebilir.
Deorganize Tip: Düşünce ve devinim bozuklukları baskındır. Genç yaşta, birden, renkli pozitif belirtilerle başlangıç gösterir. Enkoherans, çağrışımlarda dağınıklık, dezorganize ve regresif davranışlar, künt ya da uygunsuz duygulanım sık görülür. Benlik yıkımı hızlıdır.
Paranoid tip: Bu tipte düşünce içeriğindeki bozukluk baskındır. Kötülük görme ve büyüklük sanrılarının varlığı tipiktir. Başlangıç yaşı daha geç yaştadır (30’lu yaşlar). Bu yaşa kadar kurdukları sosyal ilişkiler hastalık sırasın da yardımcı olur. Benlik gücü diğer tiplere göre daha iyidir. Hasta gergin, kuşkucu ve savunucudur. Saldırgan ve düşmanca tavırlar gösterebilir. Enkoherans, çağrışım çözüklüğü, uygunsuz duygulanım, katatonik davranış gibi belirtiler pek görülmez. Yıkım belirtileri daha azdır. Diğer tiplere göre sonlanım daha iyidir.
Rezidüel tip: Duygu küntlüğü, vurdumduymazlık, girişim ve eylem azlığı, sosyal çekilme, düşüncede somutlaşma ve yoksullaşma, kendine bakımda azalma, apati gibi negatif belirtiler ön plandadır. Akut alevlenmeli dö nemlerin arasında kalıntı belirtiler olarak bu belirtiler sürerler. Sanrı ve varsanılar öne çıkan belirtiler değildir. 1980’ti yıllardan beri şizofrenik bozukluk değerlendirilirken negatif ve pozitif belirtiler kavramlarına da önem verilmiştir.
Ayrışmamış tipli şizofrenide ise hasta belirli bir tipin özelliklerini taşımaz ancak tanı ölçülerini karşılar.
Ayırıcı Tanı
Tıbbi ve nörolojik bozukluklar: Tıbbi ve nörolojik sebeplere bağlı olarak ortaya çıkan en önemli belirti bilişsel işlevlerde olan bozulmadır. Bunlar; madde zehirlenmeleri, nörolojik hastalıklar, diğer ruhsal bozukluklardır.
Sağaltım
Temel ilaçlar dopamin reseptör antagonisti olan klasik antipsikotiklerdir (halope- ridol, klorpromazin gibi). Klasik antipsikotikler daha çok pozitif belirtiler üzerinde etkili ilaçlardır. En sık görülen yan etkileri parkinsonizm, akut distoni, akatizidir. Ayrıca tardiv diskinezi ve malign nöroleptik sendrom ortaya çı karabilirler. Ancak negatif belirtiler üzerine etkileri azdır. %30 hastada bu ilaçlara karşı direnç gelişebilir. Son yıllarda klasik antipsikotiklere yanıt vermeyen ya da ağır ekstrapramidal sistem yan etkileri nedeniyle bu ilaçları kullanamayan hastalarda serotonin-dopamin reseptör antagonistleri (SDA) (klozapin, sülpirid, risperidon vb) kullanılmaya başlanmıştır. Atipik antipsikotik olarak nitelendirilen bu ilaçlar şizofreni sağaltımında yeni ufuklar açmıştır.
İlaç seçiminde hastanın daha önce yarar gördüğü ilaçlar öncelikle kullanılmalıdır. Etkin dozda ve düzenli olarak 4- 6 haftalık kullanımdan sonra ilaca yanıt değerlendirilmelidir. Gerekirse başka grup bir ilaca geçilebilir ya da ek ilaç̧ verilebilir. Birden fazla antipsikotiği bir arada kullanmak çoğu zaman gereksizdir. (Özpoyraz. N, Taman. L, 1998)
İlaçlara dirençli olan hastalarda ve katatonik hastalarda zaman zaman semptom yatıştırmalarında elektrokonvulsif terapi uygulanmaktadır.
- Cerit, C., Özten, E., Yıldız, M., Şizofreni Hastalarında Metabolik Sendrom Sıklığı ve İlişkili Etmenler, Türk Psikiyatri Dergisi 2008; 19(2):124-132
- Güçlü, O., Kılıç. G., Konkan, R., Şenormancı, Ö. Erkmen, H. Çok Geç Başlangıçlı Bir Şizofreni Olgusunun Beş Yıllık İzlemi, Klinik Psikiyatri 2011;14:185-190
- Güleç, H., Şizofreni Tanısı Konmuş Hasta ve Birinci Derece Yakınlarında Mizaç ve Karakter Profili, Nöropsikiyatri Arşivi 2009; 46: 8-12
- Özpoyraz, N., Taman L., Şizofrenik Bozukluk, Galenos, 1998, 26-31